KOSOVALILARIN YENİ BULUŞMA NOKTASI
  Ali Osman Devran’a Karşı: Prizren’e Mersiye Yazmamak
 

Yazan : Zülküf ORUÇ
                                                               I.

Sinanpaşa Camii’nin sağ tarafından gittikçe zorlaşan bir yokuş kıvrılır kaleye doğru. Prizren’in gittikçe küçülen siluetinin eşliğinde saklı bir bahçenin içinden geçer gibi neşeli kuş seslerinin arasından tırmanırsınız kaleye, klakson ve motor sesleri duyulmaz olur. Sağınızdan solunuzdan eski Prizren evleri akar şehrin çok kimlikli yapısını doğrularcasına hareketsiz ve metruk görünümlü kiliseler geçer yanınızdan. Baharın en güzel günleri en latif kokularını şehrin üzerine bir tül gibi örten ağaçlar yeşilin en güzel tonuyla gülümser, işveli bir gelin cazibesiyle güneşin hüzmelerini kendine çeker. 

Yol üzerindeki bir bank imdadına yetişir dermansız bacaklarınızın, soluklanırken daha bir derin çekin içinize bu güzel havayı. Sonra arkanıza yaslanın ve kendinizi bir masalın içine bırakın lütfen. Sayfalarını çevirdiğiniz kitap sizi kendine çektikçe önünüzden geçip giden insanlar daha bir görünmez olacaktır. Sonra bilmem kaç zaman sonra tabiatın o derin ve gürültülü sessizliğini bölen bir çan sesiyle uyanacaksınız çok sesli bir masaldan. Anlarsınız ki o gün pazardır ve müminlerini çağıran bir çan can çekişmektedir Prizren’de.  Günde beş kez şehrin semasına yükselen ezanların sedasından farklıdır çan sesi bir çok bakımdan. Bir çanın sesi yeryüzünün her yerinde birbirine benzer aynı duyulur ama ezan her coğrafyada binlerce yıllık bir geleneğin içinden süzülen farklı bir musikiyle ve okuyan “insan”  kadar farklı bir seda ve nida ile okunur. Her ezan ebediyetin üzerini örten bir maskeyi yırtar bir yanık hançereyle.

 Kaleye hala yolunuz vardır, ağır ağır doğrulup yürüyorsunuz kaleye. Ve al gözüm seyreyle alemi… şehir gözlerinizin önünde sere serpe bir dilber misali. Kaleden şehrin silueti bir açık hava müzesi. Kalenin harabeye dönmekte olan görünümü kaybolan bir tarihi imliyor. Bir tarih, mesut bir zamanın tarihi. Baygın ve sarı sulara doğru gömülen güzel bakire Ophelia… bir alacakaranlık gözlerinizin önünde. Sonra şehre dönün lütfen, akan ırmağı, yeşeren ağaçları ve şehrin atan kalbini düşünün. Hissedeceksiniz ki tarih durmuyor her şeyi kuşatan, taş kalpli bir anne gibi dimdik oturuyor şehrin üzerinde. Yamaçtaki kaleden öksüz bir genç kız gibi nazlı nazlı büyüyen Prizren’e dönün yüzünüzü babası yok ama belki annenin merhameti geri gelir bir gün….

                                                                  II.

 Prizren, bir eski zaman hikayesi. Benim gibi doğu’nun başladığı yerde bir toprak evin karanlık odasında dünyaya gelmiş, sonra hep şehirlerin kenarında yaşamış ve bozkırın baharına alışmamış biri için Prizren bir büyülü şehir. Çok şükür ki bozkırın baharından çok daha güzel, hatta hayatımın bir kaç baharını hariç tutarsak en güzel baharını yaşadım, anayurttan uzakta ama ecdad toprağının bu güzide şehrinde. 

 Prizren’de bir altı ay… içinden taştan kemerli köprülerle doğranmış bir ırmak geçiyor bu şehrin, etrafı sanki şehrin o latif ahalisini bir felaketten korurcasına merhametle yemyeşil dolanan dağlarla çevrili. 

 İlk bir kaç saatin sonunda insanı çabucak kuşatan bir itiyatla alışırsınız bu şehre. Sanki ahir ömrünüzün upuzun çocukluğu buralarda geçmiş sanki siz o dar insana sürprizler yapan sokaklarında top koşturmuş misket oynamışsınız gibi. İnsanı içine buyur eden öyle ki içinizdeki en günahkar adama bile nedamet fısıldayan şirin camileri var bu şehrin. Sokaklarda akşamın alacakaranlığı çökünce o hummalı koşturmaca, açık pencerelerden yükselen yemek kokuları, akşam ezanıyla şehri saran buhur bile aynı. 

 Bir de 1999 sonrası yaşanan bir zaman var. Şehri terk eden Sırplar. Ardından hızla Arnavutlaşan bir kamu dili. Aynı zamanda bu bir amerikan “way of life”ın kurumlu bir şekilde yürümesi demek şehrin orta yerinde. Çiğ bir “kabadayı”. Yavuz Turgul’un hikayesini, Ali Osman’ı tenzih ederim. Belki daha çok gözükara Devran bu. Devran yani değişen zaman. Dünya’nın her yerinde olduğu gibi Prizren’de de devran kovuyor eski zamanı. Caddelerinde aynı çürümüş notalarla bol ritimli şarkılar dökülüyor ortalık yerine şehrin. Gençler aynı dimağ hastalıklarından muzdarip. Şadırvan hep aynı kalabalıkları topluyor akşamları.

 O, zaman zaman insanı bulan muhteşem yalnızlık duygusu bile aynı. 

 Çok şükür hala, mavi gözlü bembeyaz örtülü nineler, akçapakça oğlanları kızlarıyla bizim gibi gülüyor Prizren ahalisi. 

 Bir de Aluş ve arkadaşları var devrana adeta kalender halleriyle sessiz sedasız meydan okuyan, semavi bir neşve ile icra ediyorlar musikilerini. o musikiyle bu uzak ecdad diyarı Anadolu’ya, Ege’ye kopmaz, bir gönül ilmiği kadar naif seslerle bağlanıyor. Yüzlerindeki o ilahi aydınlığı gözlerindeki o üretken parıltıyı görmelisiniz hiç büyümemiş ellili altmışlı yaşların ihtiyar çocukları bunlar. 

 Öte yandan belki de bizim yetimlerimiz bu şehrin insanı. Acılı ve kanlı bir tarihin üzerinde duruyor her insanın iç dengesi ve dahi topluluklar arası denge. Tarih ve kimlik bir ateşli silah kadar tehlikeli olabilir bu topraklarda. Çatışan büyük milliyetçilikler arasında sıkışmış ecdad yadigarı Kosovalı Türkler. Türkün Müslüman olmakla eş anlamlı kullanıldığı, “Türklüğün şartının beş olduğu” bu topraklarda bu gün oldukça manidardır, topluluk diyorlar her etnik ya da dini grubu “tanımlamak” için. Arnavutlarla Türkleri ayrıştırdığından olmalı tarih, cemaat yerine daha etnik bir ima ile topluluk tercih ediliyor. yaklaşık bir buçuk yüzyıldır uluslararası siyasetin manevra ve strateji alanı burası.

 Prizren hala İslam. Osmanlı dönemindeki cami sayısından da fazla cami var bugün, ki bu Balkanlar’da sadece Prizren de böyledir.. 

 Bir de Goralılar var burada. Onlar da bizim dilimiz farklı, biz de topluluk olmak istiyoruz diyorlar. 1913’de buralar merkezden ayrılınca hiçbir siyasi bağ olmamasına rağmen bu Goralı köylüler Çanakkale’ye 300 yiğidini yollamış. Hiç biri de dönmemiş. Onlar da her sene bunu yad ediyorlar. “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsünü bir de onların diliyle dinlemek varmış kaderde. En az Türkçesi kadar dokunaklı. 

 “Kosova: Balkanları anlamak” diyor Noam Malcolm, parçalayarak en küçük detayına kadar ayrıştırarak Balkan halklarını. Bizse Prizren demeliyiz Balkanları anlamak için, birleştirerek Balkanların hüzünlü sesi üzerinden. Ak Derenin şırıltısı ve Şar dağlarının heybetli gölgesinden Sinanpaşa demeliyiz Balkanları anlamak için…

 
  Total 22681 ziyaretçi - Since 28.02.2008  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol